Dağ başını duman almış,
Gümüş dere durmaz akar.
Güneş ufuktan şimdi doğar,
Yürüyelim arkadaşlar.
Sesimizi yer, gök, su dinlesin;
Sert adımlarla her yer inlesin!
***
Bu gök, deniz nerede var,
Nerede bu dağlar, taşlar.
Bu ağaçlar, güzel kuşlar,
Yürüyelim arkadaşlar.
Sesimizi yer, gök, su dinlesin;
Sert adımlarla her yer inlesin!
***
Her geceyi güneş boğar,
Ülkemizin günü doğar.
Yol uzun da olsa ne var,
Yürüyelim arkadaşlar.
Sesimizi yer, gök, su dinlesin;
Sert adımlarla her yer inlesin!
Gençlik Marşı olarak bilinen bu eserde esasen, her Türk gencinin vatansever olduğu ve vatana sahip çıkıp koruma konusundaki kararlılığına vurgu yapılır. İsveçli besteci Felix Körling’in Tre Trallande Jäntor (Üç Şarkı Söyleyen Kız) şarkısına Türkçe sözler yazan Ali Ulvi Elöve sayesinde Gençlik ve Spor Bayramı Marşı adını alan eserde geçen dağ, taş, ağaç ve kuşlar, son kıtadan da gayet iyi anlaşılacağı gibi, vatana, yani Türkiye’ye aittir. Dolayısıyla bahse mevzu olan, Kore’nin dağı, deresi veya kuşu değildir.
Yıl 1954…
Filmin adı: “Şimâl Yıldızı”.
Senarist: Turgut Etingü
Yönetmen: Atıf Yılmaz
Bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıdaki eserin yapımcılığını üstlenmiş görünen Güven Film Şirketi’nin sahibi Yoakim Filmeridis’in bu filmin finansmanını nasıl karşıladığı konusu bir tarafa, jenerikte akan ifadelerden, yapım sırasında Türk Silahlı Kuvvetleri’nden de esaslı destek alındığı anlaşılmaktadır.
Başrollerini Ayhan Işık ve Nurhan Nur’un oynadığı filmde, Kore savaşına gönderilen Üsteğmen Kemal ve emrindeki takımın, düşman hattına “Şimâl Yıldızı” parolası ile çıktıkları keşif görevi sırasındaki kahramanlıkları konu edilmektedir. Komünist Çin’in Mançurya’sından kaçıp Kore’de çiftlik edinen Türk soylu Can Bey’in kızı Yıldız ile Kemal arasında gelişen aşk da filmde geçen olaylara yedirilmiştir. Bu yönüyle Şimâl Yıldızı sıradan bir Yeşilçam filmidir. Ancak izlenmesinde dikkati çeken bir husus, Birleşmiş Milletler ideali (!) ekseninde gerçekleştirilmekte olan bir “doğruluk ve hak savaşı” ütopyasını; kadın ve kızların namusunun saldırganlara karşı korunması gereğine dair hamasi diyaloglar ile dini göndermeler içeren sahneler aracılığıyla seyirciye aktarma gayretidir. Yapımcıdan mı, senaristten mi, yönetmenden mi, yoksa perde arkasındaki destekçilerden mi kaynaklandığını pek bilemediğimiz bu çaba, filmin 1:24’üncü dakikasına gelindiğinde zirve yapmaktadır. Gururla yürüyüş yapan Türk askerlerinin Kore topraklarına bakarak “Bu gök deniz nerede var, nerede bu dağlar taşlar…” diye marş tutturmasındaki anlamsızlığa, o dakikaya kadar zihnini bulandırmamayı başarmış dayanıklı seyircinin yönelteceği olası eleştiri de dikkate alınmış olmalı ki, bu sahnenin hemen ardına ustaca yerleştirilen Atatürk silüeti ile konu kapatılmaya çalışılmıştır.
***
“79. Yılın Hatırlattığı Mâkus Tarihimiz” başlıklı bir önceki yazıda bahsettiğimiz ABD’li Max Weston Thornburg’un 1946 yılında verdiği “Türkiye’nin Bugünkü Ekonomik Durumunun Tenkidi” adlı raporda yer alan;
“İyi seçilmiş Amerikan kitap ve mecmualarının daha büyük sayılarda bulundurulması esaslı bir ihtiyacı karşılayacaktır. Amerikan romanları, milli bir vasıf olan yeni bilgi ve fikirleri aksettirmek veya bazı hallerde yaratmak bakımından faydalıdır.”
cümleleri, Ülkenin gelecek yıllarda sadece ekonomik değil, aynı zamanda kültürel bakımdan da esaslı bir sömürüye uğratılacağının işaret fişeği gibidir. Nitekim 1950’lerde dikilen kültür emperyalizmi fidanı, izlenen yandaş politikalar sebebiyle takip eden dönemlerde ağaç olmuş ve bu topraklarda hala meyve vermeye devam etmektedir. Dönemde, başta Yeşilçam filmleri olmak üzere, erkek egemenliğini kabul etmenin iffetli bir kadının baş görevi olduğu, ortalama öğrenim durumu ilkokul seviyesindeki Türk kadınına her fırsatta öğütlenmiş; diğer taraftan, fikri olgunluğunu henüz oturtamamış genç Türkiye Cumhuriyeti sosyolojisine moda dergileri, fotoroman gibi süreli yayınlar ile buralarda yapılan reklamlar aracılığıyla yapmacık bir “asri” yaşam dayatılmıştır.
Şimâl Yıldızı filmi esas itibariyle Kore’ye asker gönderen Türk halkı için hazırlanmış bir propaganda aracı özelliğindedir. Ancak satır aralarındaki ABD liderliğine yapılan göndermelerin de gözden kaçırılmaması gerekir. Türk askerini Kore’de bu şekilde başkalarının komutasında savaşmaya zorlayan sebeplerin ne olduğunu anlamak için filmin çekiminden 4 yıl öncesine gitmek gerekir.
Yıl 1950. Adnan Menderes’in başında bulunduğu Demokrat Parti iktidarda. Sovyetler Birliği, Kasım 1945’te süresi dolan “1925 Sovyetler Birliği-Türkiye Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması”nın yenilenmeyeceğini, Mart/1945’te Türkiye’ye bildirmiştir. Bu yetmemiş, Ağustos 1946’da da “Montrö Boğazlar Sözleşmesi”nin yenilenmesi için bir nota vermiştir. Türkiye’yi SSCB ile dinsiz kızıl komünizmden koruyacak tek gücün NATO olduğu propagandası yapılmaktadır. Bu sırada Haziran/1950’de, SSCB ve ABD’nin daha önce 1949’da tamamen çekildiği Kore’de kuzeyliler ile güneydekiler arasında bir çatışma çıkmıştır. Kızıl Çin Kuvvetleri Kuzey Kore’nin; Birleşmiş Milletler şemsiyesi altındakiler ise Güney Kore’nin yanında saf tutmaktadır.
Bu gelişme, Batı ile sıkı ilişkiyi daha itidara gelmeden evvel çoktan kurmuş olan taze T.C. Hükümeti için bulunmaz bir nimet olmuştur. Çin ve Kuzey Kore’lilerin kızıl komünizmi ile girişilen savaşta ABD önderliğindeki cepheye destek verilmesi Türkiye’nin NATO üyeliğini garantileyecektir. Nitekim Türkiye, TBMM’nin 30 Haziran 1950 tarihli oturumunda verilen karar çerçevesinde Kore’ye bir tugayını göndermiştir. Devamında, önce 17 Ekim 1951 tarihinde imzalan protokol ve sonrasında ise 18 Şubat 1952 tarihinde kabul edilen kanun gereği Türkiye NATO’ya üye olmuştur.
Ve Amerika’ya Vergi İmtiyazı Tanınır
“Şimâl Yıldızı” filminin gösterime girdiği yıl bir gelişme daha yaşanır. Ancak bu farklı bir alanda, memleketin maliyesi ile ilgilidir. Ortak savunma konusunda NATO ile esasen bir dizi mali anlaşma yapılmış olmasına rağmen, bir de ABD Hükümeti ile ayrıca anlaşma yapılması gereği gündeme getirilir. 30/6/1954 tarihli ve 6426 sayılı Kanunla onaylanan 23/6/1954 tarihli “Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri Arasında Vergi Muafiyetleri Anlaşması”[1], NATO kapsamında üstlenilen görevler çerçevesinde müşterek savunma için ABD tarafından veya onun namına yapılan giderlerle ilgili vergi bağışıklığı konusunda varılan mutabakatı göstermektedir.
Anlaşmanın 2’nci maddesine göre, ABD’nin herhangi bir dış yardım programı gereğince yapacağı masraflar da dahil olmak üzere, müşterek savunma gayreti uğrunda eşya, tesisat ve hizmetlerde, ABD tarafından veya onun namına Türkiye’de yapılan bütün giderler için aşağıdaki Türk vergi ve resimleri alınmayacaktır:
- Türkiye’ye ithal olunan eşyadan ve bu ithalât dolayısiyle alınan vergi, resim ve ücretler
- Muamele Vergisi
- Nakliyat resmi
- Harçlar ve damga resmi
- Elektrik ve havagazı tüketimi üzerinden alınan Devlet ve Belediye vergileri ve bunların zamları
- Kazan ve motörlerden belediyelerce alınan resimler.
- Akaryakıtlar üzerinden alınan vergiler
- Telgraf ve telefon ücretleri üzerinden alınan Millî Savunma Vergisi
- Gemi ve uçaklar dolayısiyle liman ve hava meydanlarında alınan resim ve ücretler
- Belediyelerce alınan ilân ve tellallık resimleri
- Şeker Tüketim Vergisi
- Mamul tütün ve içkilerden alınan İnhisar Resmi, Müdafaa ve Hususi İstihlâk Vergileri
Görüldüğü üzere vergisel imtiyazın kapsamı, anlaşmanın yapıldığı dönemin hemen hemen bütün vergi, resim ve ücretlerini kapsamına alacak şekilde tayin edilmiştir. Anlaşmanın Ek’inde ise kapsama giren söz konusu vergiler bir kademe daha ileri detaya kavuşturulmuştur. Örneğin, ikinci sıradaki “muamele vergisi”nin “imalat muamele vergileri”ni ifade ettiği, Ek’in 2’nci maddesinden anlaşılmaktadır. Anlaşmanın 3’üncü maddesi ise gelir ve kurumlar vergisi açısından çerçeveyi daha da genişletmektedir. Buna göre, ABD tabiyetindeki şirket ve şahıslardan veya bunlar tarafından istihdam olunan Amerikalılardan Gelir ve Kurumlar Vergisi alınmayacaktır. Hatta Anlaşmanın 5’inci maddesinde, ilgili bağışıklıkların müteahhitler veya bunlara karşı taahhüde girişmiş ikincil müteahhitler için de aynen geçerli olacağı vurgulanmıştır.
Anlaşma ile aslında, sadece Türkiye’nin değil, ABD’nin savunma ihtiyacı da karşılanacaktır. Her ne kadar görüntüde ABD’nin Türkiye’ye “tek taraflı yardımı” bulunsa da, bu işbirliğindeki asıl faydanın ABD tarafından elde edildiği bize göre tartışmasızdır. Fakat öngörülen vergi bağışıklığı sadece Türk vergileri içindir. Yani bu Anlaşma ile Türkiye’ye Amerikan vergilerinde bir muafiyet tanınmış değildir. Oysa bilindiği gibi devletler arasındaki ilişkiler boyutunda, uygulamanın temelini “karşılıklılık (mütekabiliyet) ilkesi” teşkil eder. Bu bakımdan değerlendirildiğinde Türkiye-ABD 1954 Anlaşması bir imtiyaz sözleşmesi niteliğindedir. Böyle bir ayrıcalığın karşılığında benzer bağışıklıkların Türkiye’ye veya onun namına hareket eden yetkili makamlara ABD Hükümetince tanınmış olup olmadığı konusu, bizim halihazırdaki bilgimiz dışındadır.
Amerika’ya tanınan imtiyazın ne menem olduğunu isterseniz bir de uygulama boyutuna bakarak görelim.
Bu konudaki örneği, katma değer vergisi uygulamasından vermek istiyoruz[2].
Katma Değer Vergisi Genel Uygulama Tebliğinin (II/Ç-2.3.) bölümünde yapılan açıklamalar aşağıdaki gibidir:
“30/6/1954 tarihli ve 6426 sayılı Kanunla onaylanan 23/6/1954 tarihli Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri Arasında Vergi Muafiyetleri Anlaşmasının 8’inci maddesi ile ekinin 16’ncı maddesinde; Türkiye Cumhuriyeti ile Amerika Birleşik Devletleri Hükümetlerinin, Anlaşmada belirtilen ve Anlaşmanın amacına uygun düşen Türk vergi, resim ve harçları ile daha sonra ihdas edilecek benzer mahiyetteki vergi, resim ve harçların, ortak savunma harcamalarına yansıtılmaması için münasip bir muafiyet sağlanması hususunda usul belirlemeleri öngörülmüş, bu hükümlere dayanılarak 22/4/1992 tarihli ve 1992/2958 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıile anlaşma kapsamına KDV de dahil edilmiştir.
Buna göre, ortak savunma amacıyla Amerika Birleşik Devletleri’ne veya onun namına hareket eden yetkili makamlara satıcılar veya müteahhitler tarafından yapılan mal teslimi ve hizmet ifalarında, sözü edilen anlaşma kapsamındaki ihtiyaçlarda kullanılacağı yetkili makamlar tarafından yazılı olarak belirtilen mal ve hizmetler için düzenlenecek fatura ve benzeri vesikalarda KDV gösterilmez.
ABD veya onun namına hareket eden yetkili makamlarca ortak savunma amacıyla kullanılmak üzere satın alınacak mal ve hizmetlerin satıcılarına verilmek üzere, Tebliğ ekinde örneği yer alan belge (EK: 12) kullanılır.
Öte yandan, aynı Anlaşma’nın 6’ncı maddesinde “İşbu Anlaşma hükümleri, fertler tarafından yapılan masraflara tesir etmeyeceği gibi, işbu Anlaşma çerçevesine girmekle beraber mübayaa ve ihaleye selahiyetli bir memur veya Amerika Birleşik Devletleri tarafından veya onun namına mukavele akdine usulüne uygun olarak yetkili kılınmış diğer bir şahıs tarafından akdedilmiş bir mukaveleye dayanmayan küçük masraflara da tatbik olunmayacaktır.” hükmü yer aldığından, ABD’nin resmi kurumlarına söz konusu işleme ilişkin yapılacak mal teslimi ve hizmet ifası ile ilgili olarak şahıslara yönelik harcamaların KDV’den istisna tutulması mümkün değildir.”
Tebliğde, Amerikalıların yararlanacağı katma değer vergisi istisnasının bir “istisna belgesi” eşliğinde işlerlik göstereceğinden bahsedilmektedir. Burada kastedilen, KDV Genel Uygulama Tebliğinin 12 no.lu ekindeki belgedir. Ancak her nedense bu belge, vergi muafiyeti tanınan uluslararası kuruluşlar söz konusu olduğunda kullanılan “KDV ve Özel İletişim Vergisi Diplomatik İstisna Belgesi”nden her yönüyle farklıdır. İncelenmesinden, EK:12’deki istisna belgesinin tanzimi ile onay şerhi konularında, Türk makamlarına bilgi alıp tatbik etmek dışında hiçbir yetki verilmediği; inisiyatifin tamamen Amerika’da ve onun uygun gördüğü başkalarında bulunduğu anlaşılmaktadır. ABD hükümetinin yetki verdiği başkalarının kim oldukları konusunda T.C. Dışişleri Bakanlığı’nın bildirimi çerçevesinde düzenlenip devamlı surette yayımlanan KDV iç genelgelerini takip etmek gerekir. İç genelgelerin 2 no.lu ekini oluşturan listeler incelendiğinde, istisna belgesini verme yetkisinin ekseriyetle İncirlik, Ankara, İzmir ve İstanbul’da konuşlu ABD askeri birimlerine verildiği görülmektedir. Ama bazı iç genelgelerde Vinnell, Brown & Root LLC (2014/1), Vectrus Systems Corporation (2016/1, 2018/1, 2019/1), KBR Services, LLC (2022/1) gibi özel şirketlere de istisna belgesi düzenleme yetkisi verildiği görülmektedir. Bu durumu normal karşılamak oldukça zordur. Hatta bir yönüyle bakıldığında, KDV vergi istisnasının, alım satımın müşterisi tarafından düzenlenip onaylanan bir belgeye itibarla uygulandığı görülür ki, bu anlayışı da makul bir izaha bağlamak oldukça güçtür. Bir Türk şirketinin orada yaptığı işler için kendi düzenlediği bir muafiyet belgesini ABD veya İngiliz Maliyesinin burnuna dayayarak vergi ödemediğini düşünsenize!
İç Genelgelerin 1 no.lu ekini oluşturan listelerde ise istisnadan yararlanacak olanlar, YETKİLİ ASKERİ BİRİMLER ve ÖZEL AMERİKAN FİRMALARI VE KURULUŞLARI şeklinde iki bölüm halinde yer almaktadır. Burası, doğal olarak, 2 no.lu listeye nazaran daha kalabalıktır. Cümle silahlandırma firmaları Liste’de yerini almış vaziyettedir. Dolayısıyla, 1954 Anlaşması esasen sadece ABD veya onun namına hareket eden (resmi) makamların alımlarında vergi istisnası öngörürken, Katma Değer Vergisi İç Genelgeleri ile yönlendirilen uygulamanın özel şirketleri de kapsama alacak şekilde yürütüldüğü anlaşılmaktadır.
Son Söz
Aynı uluslararası yapılara dahil ülkelerde iç işlemlere vergi muafiyeti tanınması uygulamada alışık olunan bir durumdur. Bağışıklık tüm üyelerce aynı koşullarda uygulanır. Keza diplomatik istisna ve muafiyetler de dünya genelinde kabul görür. İki ülke arasındaki ayrıcalık konusu ise hep mütekabiliyet esasında yürütülür. Fakat sebebi ne olursa olsun, ister yardım, ister inayet, 1954 Anlaşmasında olduğu gibi bir ülkenin, tüm ülkeleri kapsayan genel bir uygulama yerine sadece bir ülkeye ve hem de tek taraflı imtiyaz tanımasını normal karşılamak mümkün değildir. Dolayısıyla burada sorun yardım veya hibede bulunana vergi avantajı sağlanmasında değil, ayrıcalığın sadece bir ülke ve onun hükümetine verilmesindedir. Bu, genellikle sömürüye dayalı koloniyal ilişkiler içinde karşılaşılan bir durumdur. Bugüne kadar hiçbir hükümet tarafından rafa kaldırılmadığı için hala yürürlükte bulunan 1954 ABD Anlaşmasının ilk fırsatta tartışmaya açılmasını, Türk milletinin, bağımsızlık ve bekâ için atılmış bir adım olarak değerlendireceğinde şüphe yoktur.
Yukarıda anlatılan hallere baktığımızda, Atatürk’ün İzmir İktisat Kongresi’ni açış konuşmasındaki şu sözlerini anımsamadan edemiyoruz:
“Bir devlet ki tebaasına koyduğu vergileri ecnebilere (yabancılara) koyamaz; bir devlet ki gümrükleri için rüsum muamelesi ve saire tanzimi hakkında men edilir, bir devlet ki ecnebiler üzerinde yargı hakkını tatbikten mahrumdur. O devlete bağımsız denilemez.”
[1]Turkiye İle Amerika Birlesik Devletleri Arasinda Vergi Muafiyeti Anlasmasi
[2] 1954 Anlaşmasının kapsamındaki işlemlerde uygulanacak bağışıklığın katma değer vergisi için de geçerli olacağı, Katma Değer Vergisi Kanununun yürürlüğe girmesinden tam 7 yıl sonra, dönemin Bakanlar Kurulu’nun 92/2958 sayılı Kararnamesi ile ulusal mevzuata dahil edilmiştir. Bu revizyonun, Anlaşmanın 8’inci maddesi ile hükümetlere başka vergileri de kapsama alma konusunda verilmiş yetkiye dayanılarak yapıldığı anlaşılmaktadır.


3 yorumlar
Teşekkürler Mete.Bu yazdıklarına yeni muttali olduğumu itiraf etmeliyim.
Sevgili Mete.Kimse duymasın ama 1986-1996 arasında ben de gelirlerdeydim ama bu yazdıklarından yeni haberdar oldum,teşekkürler.
amerikan üslerindeki akaryakıt gibi harcamalardan vergi hesaplanıp tahsil edilmediğini mi anlıyoruz?