Tıp bilimine göre “bipolar”, manik depresif duygu durumuna sahip kişilerdeki taban tabana zıt olan iki uçlu düşünsel bozukluğu tanımlamaktadır. İnsana has olması sebebiyle, tedavi edilmesi psikiyatrinin alanına giren bu dengesizliğin bir benzeri genel idarenin izlediği tutarsız politikalar sayesinde ülke sosyolojisinde de gözlenebilir. Topluma dengesini yitirten politikaların en önemli araçlarından biri ise hukuktur. Yasalar ve mevzuatın daha alt kademe düzenlemeleri, halkı hedefe oturtup sadece iktidarın çıkarlarına uygun, kurnazlık ürünü ayak oyunları ile doldurulduğunda, hak ve adalette depresyona giren toplumun rehabilitasyonu için vaktin geldiği de açıktır.
***
Kanun, “Vergi oranı %20’dir!” demiş. Yani işlemden alınabilecek vergi tutarının, matrahın %20’sini aşamayacağı yönünde kesin bir hüküm koymuş. Tahmin ettiğiniz gibi, KDV Kanunu ile onun 28’inci maddesinden bahsediyoruz. İndirimli KDV oranlarının (%1 ve %10) tatbik edildiği az sayıdaki işlem bir kenara bırakılırsa, ülkemizdeki KDV uygulaması ekseriyetle %20 olarak belirlenmiş genel oran üzerinden yürütülmektedir. Yani ekonomideki işlemlerin büyük bir çoğunluğu %20’lik orana itibarla vergilendirilmektedir.
Bildiğiniz gibi KDV, belli bir işlem sürecinde ortaya çıkan katma değerlerin toplamı üzerinden alınan vergidir. Basit bir örnek vermek gerekirse; üreticinin toptancıya 20, toptancının perakendeciye 25, perakendecinin de nihai tüketiciye 35 TL üzerinden satış yaptığı bir silsilede yaratılan toplam katma değer, [(20+5+10)=] 35 TL’dir. Üç aşamadan mürekkep bu alım-satım sürecinde, Hazineye değişik zamanlarda toplamda (35x%20=) 7 TL KDV aktarılır. Tutarı 35 TL olan katma değerin bu şekilde vergilendirilmesini sağlayan ise KDV Kanunundaki “vergi indirimi” mekanizmasıdır. Tedavül zincirinin herhangi bir aşamasındaki vergi indirimi engellendiğinde ise, yani örneğin, üreticiye ödediği (20x%20=) 4 TL tutarındaki KDV’yi indirim hakkından toptancı men edildiği takdirde, bu sefer sürecin 35 TL’lik katma değeri üzerinden alınan vergi artık 7 değil, 11 TL olur. Bir başka ifadeyle, zincirin vergilemesi kanundaki %20’den daha yüksek bir efektif oranla, yani (11/35=)%31,42 üzerinden yapılmış olur. Böyle bir vergilemenin KDV Kanununun 28’inci maddesine aykırı olduğunu, yani bir nevi “kanunsuzluk” teşkil ettiğini düşünenleriniz olabilir. Ama sıkı durun! Bu şekil vergilemenin yolu açılmış vaziyette. Hem de yine bir kanunla. Yazımızın başlığını işte yaşanan bu sıra dışı durum nedeniyle “Kanun Kanuna Karşı” olarak koyduk.
Hangi kanun!
Olayın başrolünde yine Ağustos/2024’de TBMM tarafından çıkarılan 7524 sayılı Kanun var.[1] Yine diyoruz, zira bu platformda “Vergiyi Yasa ile Kemirmek”[2] başlığıyla yayınlanan bir önceki yazımızın başrolündeki yasa da aynısıydı. Hani ilk imzacıları AKP’li Nilgün ÖK (Denizli) ile Ersan AKSU (Samsun) olan; aynı siyasi partiden yüz otuz küsur AKP milletvekilince daha imzalanıp TBMM’ye sunulan ve AKP-MHP itifakının oylarıyla kabulünden sonra vergi dünyamıza giren kanun.[3]
Önceki yazımızda 7524 sayılı Kanunun 19’uncu maddesi üzerinde durmuştuk. Bu sefer 20’nci ve bu maddeyle bağlantı içeren 22’nci madde üzerinde duracağız.
Maddeler ne diyor, ne sonuç yaratıyor?
7524 sayılı Kanunun 20’nci maddesi, KDV Kanununun “İndirilemeyecek Katma Değer Vergisi” matlaplı 30’uncu maddesine yeni bir bent ekliyor. Yeni hükme göre, beş takvim yılı süresince indirim yoluyla giderilemeyen katma değer vergisi, artık bundan böyle, mükellefin vergiye tabi işlemleri üzerinden hesaplanan katma değer vergisinden indirilemeyecek.
İndirimden bu şekilde men edilen verginin akıbetini ise yine aynı değişiklik kanununun 22’nci maddesiyle KDV Kanununun 58’inci maddesine eklenen yeni hüküm belirliyor. Beş yıl süre ile giderilemediği için indirim hakkını yitiren vergiler, “Sonraki Döneme Devreden Katma Değer Vergisi” hesabından çıkarılıp öncelikle özel bir hesaba alınacak. Müteakiben, isterse mükellef üç yıl içinde idareden vergi incelemesi talep edebilecek. Talep tarihinden itibaren bir yıl içerisinde yapılacak vergi incelemesinde eğer ki onanırsa, özel hesapta tutulmakta olan vergi, incelemenin bittiği yılın gelir veya kurumlar vergisinin tespitinde gider olarak dikkate alınabilecek. Kanuna göre, mükellef söz konusu incelemeyi talep etmez ise, indirimden men edilen vergiyi gider yazma hakkı da ortadan kalkacak. Bir başka deyişle, inceleme talep edilmemesi halinde, özel hesapta bekletilen tutar “vergisel bir atık” haline gelip kanunen kabul edilmeyen gidere dönüşmüş olacak.
Diyelim ki stoğunuzda 5 yılı aşan bir süredir satmadığınız yüksek katma değerli bir ürün mevcut. Başkaca bir stok kaleminiz de yok. Tedarikte yüklendiğiniz 30 milyon TL tutarındaki KDV muhasebenizde “İndirim KDV” hesabında takip edilmekte iken 5 yıl geçtiği için özel hesaba naklettiniz. Tam bu dönemde de ürün satışının gerçekleştiğini varsayalım. Ürünün 400 milyon TL’lik satışından hesapladığınız (400Mx%20=) 80 milyon TL tutarındaki KDV’yi beyannamenizde hasılat vergi olarak gösterdiniz. Girdi 30 milyonluk vergiyi 7524 sayılı yasa ile yapılan değişiklik nedeniyle indiremediğiniz için, vergi dairesine tamı tamına 80 milyon TL KDV ödemiş oluyorsunuz.
Diyelim ki satıştan elde ettiğiniz kâr 200 milyon TL. Bu tutar üzerinden hesaplanan (200Mx%25=) 50 milyon TL kurumlar vergisini de aynen yatırmanız gerekiyor.
Özel hesaba attığınız 30 milyon KDV için inceleme talep ettiniz diyelim. İnceleme raporu da ertesi yılın sonuna doğru olumlu sonuçla çıkmış olsun. Yani inceleme henüz tamamlanmadığı için, 200 milyon TL kurum kazancı beyan ettiğiniz dönemde 30 milyonluk tutarı giderleştirme durumunuz da olmadı.
Raporun çıktığı hesap döneminde, özel hesaptaki 30 milyon TL’yi artık bu hesaptan çıkarıp dönem giderine dahil edebilirsiniz. Ancak bu dönemde hiç satışınız olmadı. Bu durumda giderleşen 30 milyon TL’lik yüklenim KDV dönem zararı olarak beyan edilmek durumuna girecektir. Bu zararın kurum kazancından tenzilinin 5 yıl içinde yapılması gerektiği için, yüksek katma değer fakat bir o kadar da nadir talep yapısına sahip sektörünüzde, şartları zorlayıp yeni bir sipariş daha almanız gerekiyor.
Bu konuda yazılan makalelerin genelinde indirimden men edilen KDV’nin %75 inin üzerine yatıldığından dem vurulmakta. Görüldüğü üzere bu, meselenin nispeten iyimser tarafı. Örneğimizde olduğu gibi, buharlaşma bazı hallerde %100’ü bulabilir.
Verilen örneğe “teorik” diyenler olabilir. Ama galiba biz de, aşağıda tam metnini vereceğimiz gerekçede yer alan “Teorik olarak 1985 yılından bugüne KDV mükellefiyeti bulunan bir mükellefin, 1985 yılında yüklendiği KDV’yi 2024 yılında indirebilmesi mümkündür” şeklindeki ifadelerden etkilenerek böyle bir örnek kurgulamak durumunda kaldık. Ama tek neden tabii ki bu değil. Yasa yapımlarında, yürürlüğe konulması düşünülen bir düzenlemenin öncelikle ekstremde kurgulanan örnekler üzerinden test edilmesinin faydalı olduğuna inandığımız için böyle bir yönteme başvurduğumuzu ifade etmek isteriz.
Anayasaya aykırılık…
Anayasanın 10’uncu maddesinin başlığı “Kanun önünde eşitlik”tir. Önceki bölümde yer verdiğimiz örneğe bakınca, KDV Kanununun 30’uncu maddesinde 2024 yılında yapılan değişikliğin söz konusu ilkeye aykırı sonuçlar doğurduğu görülmektedir.
“Şeklî eşitlik” ve “maddi eşitlik” diye iki alt bileşene sahip olan eşitlik prensibinin, daha ziyade ikinci unsuru, yazımıza konu yeni hükümle açık bir şekilde ihlal edilmektedir.
Hatta aynı konunun, Anayasa’nın 35’inci maddesi ile güvence altına alınmış olan “mülkiyet hakkı”na sirayet eden boyutlarının bulunduğu da gözden kaçırılmamalıdır.
Enflasyon dostu maliye politikası…
Kanunen kabul edilmeyen gidere önceki bölümde anlatılan şekilde dönüşen indirim KDV’nin, mükellefin üzerinde kalması tabii ki söz konusu değildir. Bu durum, verginin inceleme sonucunda giderleştirilmesi halinde de değişmez. Vergi kanunlarına göre kabul edilsin veya edilmesin, yeni hüküm ile KDV sisteminin dışına çıkarılan mali yükün mükellef tarafından fiyat mekanizması aracılığıyla nihai tüketiciye yansıtılacağı açıktır. Bu sonucu görünce, aranızda “Bizim maliye politikası enflasyonla mücadele etmiyor muydu?!! Ülke yönetimindekiler, sağda solda ve yakaladıkları her fırsatta hep böyle açıklama yapıyorlar halbuki,” diye şaşıranlarınız çıkabilir. Öyle ya; iktidarlarının maliye politikasını yürütsün diye Maliye’nin başına atadıkları Bakan döneminde AKP’li milletvekillerince çıkarılan bu iki hüküm ile Ülkedeki maliyet enflasyonuna nasıl olur da katkıda bulunulur!
Cevabı bulmak için, AKP milletvekillerince yapılan bu düzenlemenin sebebine isterseniz 20’nci maddenin gerekçe metninden bir göz atalım.
Nereden icap etmiş?
Düzenlemenin nedeni, gerekçede aynen şu cümlelerle ortaya konulmuş: [4]
“Türk Vergi Sistemi incelendiğinde gelir ve kurumlar vergisi uygulamasında herhangi bir yılın zararı, en fazla izleyen beş takvim yılı veya hesap dönemi kazancından indirim konusu yapılabilmektedir. Dolayısıyla mükelleflerin zararının süresiz olarak izleyen yıl kazancından indirimi söz konusu değildir. KDV uygulamasmda ise mükelleflerin mal ve hizmet alımları nedeniyle yüklendiği KDV’nin ilgili dönemde indirilememesi halinde, bu KDV tutarı sonraki döneme devretmekte, fakat devreden bu KDV’nin hangi sürede indirim konusu yapılabileceğine ilişkin bir sımr bulunmamaktadır. Teorik olarak 1985 yılından bugüne KDV mükellefiyeti bulunan bir mükellefin, 1985 yılında yüklendiği KDV’yi 2024 yılında indirebilmesi mümkündür. Bu husus mükelleflerin devreden KDV’sinin takibini güçleştirmekte ve devreden KDV’nin iadesinin yapıldığı işlemlerde haksız KDV iadelerine sebebiyet verebilmektedir.
Ayrıca, defter ve belge saklama, tarh ve düzeltme işlemlerine ilişkin Vergi Usul Kanunu ve Türk Ticaret Kanununda zamanaşımı süreleri bulunmakta olup bu sürelerin geçtiği dönemlerin yüklenilen ve sonraki döneme devreden KDV tutarları bakımından incelenmesi ve kontrolü fiilen mümkün olamamaktadır. Bu da mükelleflerin devreden KDV tutarlarının doğruluğunun kontrolü açısından risk oluşturmakta, gerek Hazineye intikal edecek verginin azalması gerekse haksız KDV iadesi gibi sonuçlar doğurabilmektedir.
3065 sayılı Kanunun 30 ve 58’inci maddelerinde yapılan düzenlemeler ile beş takvim yılı veya daha fazla süreyle devreden KDV tutarlarının, indirim KDV hesaplarından çıkarılarak özel bir hesaba alınması, mükellefin talebine bağlı olarak yapılacak vergi incelemesi sonucuna göre gelir veya kurumlar vergisinin tespitinde gider olarak dikkate alınması imkanı sağlanmakta ve devreden KDV tutarının azaltılması amaçlanmaktadır.”
Bu metinden öğrendiğimize göre, 1985 yılından bu yana gelip geçen yönetimler ile Türk maliyecilerinin hiç fark edemediği ciddi bir defo varmış meğer bizim vergi sisteminde. KDV Kanunu diğer kanunlarla uyumsuzmuş da haberimiz olmamış. Öyle ya! Mesela, kurumlar vergisinde zararların azami 5 yılda itfa edileceği yönündeki kural yıllardır uygulamada. Keza, defter ve belgelerin saklanması ile ilgili olarak Vergi Usul Kanunu ve Türk Ticaret Kanunu’ndaki zaman aşımı sürelerine dair hükümler de öyle. Bu kurallar KDV Kanununun çıktığı 1985 yılında da aynen yürürlükte idi. Ama gelin görün, KDV Kanununu ilk kez yazanlar Türk vergi sisteminin ne olduğunu pek kavrayamamış olmalılar ki, 5 yılda arındırılamayan yüklenim verginin, KDV’ye dair tüm kayıtlardan silinip yok edilmesi gerektiğine o dönemde intikal edememişler. Ancak 2024 yılında AKP’li milletvekillerince fark edilebilen bu sistemik hatadan dönmenin, tamı tamına 39 yılımıza mâl olduğunu yukarıdaki “Gerekçe Metni” sayesinde öğrenmiş bulunuyoruz.
Biliyor ama bir şeyler yazmak zorundaydı…
İlk nazarda, gerekçe metnini kaleme alanın vergi sistemimizi hiç bilmediği kanaatine kapılıyoruz. Ama daha sonra, tıpkı ara başlığımızdaki gibi; “biliyordu fakat yasa hükmü gerekçeden yoksun görünmesin diye, talimat gereği, oraya bir şeyler karalamak zorunda bırakıldı belki” diyoruz. Aslında her ikisi de, biri diğerine tercih edilemeyecek derecede sorunlu. Sebepleri açıklayalım…
- Gerekçede, gelir ve kurumlar vergisi uygulamasında, herhangi bir yılın zararına azami beş yıllık süre için indirim hakkı tanındığından dem vurularak, benzer bir kısıtlamanın mükelleflerin mal ve hizmet alımları nedeniyle yüklendiği KDV için de geçerli olması gerektiği belirtiliyor. Bu yaklaşımın, uzunluğun kantar ile ölçülmeye çalışılmasından başka bir şey olmadığı açıktır. Evet, kazanç vergileri yıllık dönemler itibarıyla alınır. KDV ise dönem esasında işleyen bir vergi değildir. KDV beyanlarının aylık veya 3 aylık dönemlerde verilmesi vergilendirmenin kazanç vergilerindeki esasta yapıldığını ifade etmez. Bu dönemler KDV’nin daha ziyade hasılat boyutu ile alakalıdır. İndirim boyutuna gelindiğinde ise, katma değer ölçümünün bir gereği olarak, beyan dönemlerinden bağımsız özellikteki sınırsız bir süreç söz konusudur. KDV sisteminde, yüklenilen vergiler, tedarik zincirinin sonraki aşamalarına, gerekirse sonsuza kadar, mutlaka yansıtılmak durumundadır. İndirim hakkının ortadan kaldırılması, yansıtma mekanizmasını işlemez hale getirir. Söz konusu mekanizma bozulduğunda, yazıya girişte de değindiğimiz gibi, kanunda gösterilen vergi oranının üstünde vergi alınmaya başlanır. Kamu gelirlerini her ne pahasına olursa olsun artırmak maksadıyla, sistemin bu şekilde dejenerasyona uğratılması; yani yasal oranın yanına zımnen farklı efektif vergi oranlarının eklenmesi, “vergide öngörülebilirlik prensibi”nin ihlali manasını taşır.
Görüldüğü gibi, KDV sisteminin baş aktörü, “sonraki döneme devreden indirim KDV” kalemidir. Mükelleflerin alımlarında yüklendiği KDV’nin, hasılat KDV ile illiyet içinde olduğu göz ardı edilerek, süre geçmesi ya da zaman aşımı gibi sebeplerle bağı koparmak izahsızlıkla malûldür. Anılan kalem sıfırlandığında -ki 7524 sayılı Kanun bunu yapmaktadır- vergilendirilen artık “katma değer” olmaktan çıkar. Bu yeni şey veya üzerinden alınan vergi her ne ise, ona yeni bir adın konulması icap eder; tabii ki “KDV” harcindeki başka bir isim.
- Kanun koyucu aynı gerekçe metninde, getirdiği düzenlemenin diğer bir sebebi olarak, defter ve belge saklama, tarh ve düzeltme işlemlerine ilişkin Vergi Usul Kanunu ve Türk Ticaret Kanunu’nda zaman aşımı sürelerinin bulunduğunu, bu sürelerin geçtiği dönemlerin sonraki döneme devreden yüklenim katma değer vergisi tutarları bakımından incelenmesi ve kontrolünün fiilen mümkün olamadığını da vurgulamıştır. Oysa vergi uygulamasında bu konu sadece KDV bağlamında mevcut değildir. Gelir ve kurumlar vergisindeki yıllara sari inşaat onarım işlerine ait hesaplar zaman aşımı sürelerini aşan dönemlere sarkabilmektedir. İnceleme yapma ve hesapların takibi bu uygulamada hiç sorun yaratmamıştır. Esasen devreden KDV’de de bugüne dek herhangi bir takip sorunu olmamıştır. Mükelleflerin ekseriyetinin e-fatura, e-defter, e-arşiv ve defter-beyan sistemi gibi elektronik ortam uygulamalarına maruz bırakıldığı günümüzde, VUK ve TTK’nın, kağıt ortamının hakim olduğu eski dönemden kalma hükümleri dayanağında indirim hakkını buharlaştırmak akla başka soruları getirmektedir.
Niyet halis mi?!.
Öncelikle vergi yasamasındaki “halis niyet” ile neyi kastettiğimizi izah edelim. Eğer ki vergisel bir düzenleme vergilendirmenin temel ilkelerini, tekniğini ve kişilerin mülkiyet hakkını gözeterek yapılıyorsa, artık burada ayrıca bir de niyet soruşturmasına gitme gereği olmayacağı açıktır.
Buna mukabil, nereden kaç kuruş alacağınıza, o aldığınız verginin ekonomide neleri tetikleyip neleri engelleyeceğine bakmadan, “Ne kadar çok vergi o kadar çok icraat imkânı” anlayışıyla «sallıyorsunuz» vergiyi gitsin. Ve tabii ki ne sonuç getireceğine bakmadan o salladıklarınız da artık -asla- vergi olmayıp sadece bir «salma» niteliğine bürünüyorsa[5]… İşte bu da hiç halis olmayan niyetlere işaret etmektedir.
Yeni düzenleme uyarınca yürütülecek vergi incelemesi, gelir veya kurumlar vergisinin tespitindeki giderleştirme izni değil de, KDV’deki indirim hakkının onanması için olsa idi, niyetin halis olduğu belki düşünülebilirdi. Ama böyle olmamıştır.
Kanun koyucu yakınıyor
Yazımızı bir gözlemimize daha yer vererek sonlandıralım. Gerekçe metninde, bir mükellefin 1985 yılında yüklendiği vergiyi 2024 yılında indirebilmesinin mümkün olduğundan bahisle; bu hususun mükelleflerin devreden vergisinin takibini güçleştirdiği ve devreden verginin iadesinin yapıldığı işlemlerde haksız iadelere sebebiyet verdiğinden yakınılmıştır. Oysa haksız iade tespit edildiğinde hangi müeyyidelerin tatbik edileceği kanunda bellidir. İdarenin vazifesi, haksız iadenin önlenmesidir. Dolayısıyla vergi iadesindeki disiplin veya kapasite yetersizliği kaynaklı sorunları indirim hakkını ortadan kaldırarak gidermeye çalışmak, idari yetersizliğin bedelinin dürüst veya konu ile hiç alakası olmayan mükelleflere ödetilmesi manasını taşımaktadır. Gerçekten de, tartışma konumuzu teşkil eden hüküm bütün mükellefler için geçerlidir. Oysa vergi iadesi ile ilgisi bulunmayan veya iş hayatı boyunca hiç talepte bulunmamış bir mükellef grubu mevcuttur. Hükümden bu kesim de etkilenecektir.
Temennimiz, 2030 yılının başında yürürlüğe girecek bu hükmün bir yasa değişikliği ile ilk fırsatta ilgâsıdır.
***
Tıpkı filmlerde olduğu gibi… Polis, evin etrafını sarmıştır. Ekip amiri, hırsıza megafonla seslenir:
“Etrafın sarıldı. Kanun namına teslim ol!”
İçeride sıkışmış ve kaçacak yeri de olmayan hırsız, kafasını pencereden uzatır. Suratında müstehzi bir ifade vardır:
“Hangi kanunun namına amirim!?.”
İyi pazarlar!
[1] https://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/18563.pdf
[2] https://www.vergiplatformu.com/2025/01/03/vergiyi-yasa-ile-kemirmek/
[3] https://www.tbmm.gov.tr/Yasama/KanunTeklifi/d4cbd4c2-66cd-43fa-9960-0190baebb284 (20.02.2025)
[4] https://cdn.tbmm.gov.tr/KKBSPublicFile/D28/Y2/T2/WebOnergeMetni/75ed27bb-edb9-4375-835e-30c626ab6507.pdf
[5] https://www.vergiplatformu.com/2025/02/13/vergiyi-anlamak-ya-da-anlamamak/